Oralarda kimlər var:İsa İsmayılzadə

 

AZERBAYCAN’DA BİR ŞAİR KAYPETTİK...

 

Bu dünyaya bir qayıtmağım var...

Qəbrimin üstündə bitən gülləri,

Uyumuş, Soymuş torpağıdaşı

Ölüm sükutundan oyatmağım var.

Bilmirəm çiçəklə,bilmirəm otla

Bilmirəm ağacla,yoxsa buludla

Dağları yerindən oynadıb gələn

Dəli qışqırıqla,yoxsa sükutla-

deyə bilmərəm...

........................................................

Nəsə ürəyimə damıb bilirəm-

Bəlkə yüz ildən,min ildən sonra,

Milyon ildən sonra-nə bilmək olar

vaxtsa dönəcək ömrün illəri...

 

Qısa bir not:

Adətən acı xəbər insanları daha tez tapar deyirlər.Bu ifadənin dərəcədə doğru vəya yanlış olduğunu bilmirəm, amma həqiqətən məmləkətdən uzaqda yaşanan illərdə məncə kim olursa olsun qulaqlar həmişə səksəkədə olur, yaman vəya yaxşı xəbər üçün.Bu il 70 illiyini qeyd elədiyimiz sevimli unudulmaz şairimiz İsa İsmayılzadənin ölüm xəbəri məni Türkiyədə olduğum illərdə artıq orada yaşadığımın vaxtın dördüncü ilində haqladı.Halımı anlatmağa dəyməz.Şabon olsa da deyim ki, o saat Nazim Hikmətin bir şeiri yadıma düşdü : NƏSLİMİN YAPRAQ DÖKÜMÜ BAŞLADI...

Başladı, başladı...

beləcə, çox uzaqlarda olsam da əlimdən gələn bu acı ölümü həm türk oxucularına çatdırmaq idi.O zaman mən Türkiyənin çox yayılmış qəzetlərindən birində “ORTADOĞU” qəzetində mütəmadi çıxış edirdim.Və o qəzetdə aşağıda oxuyacağınız,ortaq türkcədə olan yazımı yayınlatdım.Yazı necə var eləcə çap olunur.

Onlar dört kişiydiler.Dört kişi. 60’ların kuşaklarıydılar.Üniversite öğrencileri.Edebiyatta da bir kuşak yarattılar. Rüzgarlar estirdiler. Düşünceleriyle,yazı üsluplarıyla,evrensel görüşleriyle,en önemlisi milliyetçilikleriyle ve ayrıcalıkla Türklüğü ve Türk sanatını,edebiyatını sevip kendilerinden sonra gelen genç kuşağa sevdirmekleriyle,aktarmalıklarıyla .Onlar bir sintez edebiyatın çocuklarıydılar: Batı’nın (rus dilinden çevrilen sanat yapılarıyla) ve Türk şiirinin en önde gelen örnekleriyle silahlanıp bir edebiyat yaratırdılar...veyahut daha Türkçe diyelim (y a r a t ı y o r d u l a r)...

Dört kişiydiler. Şimdiki Azerbaycan İstanbul Başkonsolosu Abbas Abdullah Hacaloğlu ( o zaman sadece Abbas Abdulla idi) Gürcistan’ın Borçalı mahalından (ilinden),Alekper Salahzade Azerbaycan’ın Konakkent ilinden,İsa İsmayılzade Gürçistan’ın Karayazı ilinden, Cengiz Hacıyev Azerbaycan’ın Şamhor ilinden gelmiş idiler Bakü’ye...

Bir edebiyat toplantısında bir şiir okudum... Beni de kendi içlerine aldılar.

...Bu adlar belki de Türk okurlarına bir şeyler söylemez. Bu bizim faciamızdır. Amma bu kişiler Türklük için canını veren ve Türk sanatı için kavgalarda ömrünü çürüten kişiler ve yazarlardırlar. Bakü sokaklarında Necip Fazıl Kısakürek’in OTEL ODALARINDA şiirini mırıldanarak dolaşan insanlardırlar ve türk edebiyatından öğrenen ve edebiyat meclislerinde KGB baskısından korkmayarak,çekinmeyerek Türk edebiyatını tebliğ eden güzel şairlerdirler.

Şimdi onlardan biri yok. Onlardan birini kaybettik. Edebiyatta en titiz,en barışmaz ve hatta dostluğu bile kurban veren birini. Dostlarına bile sert yaklaşan birini... İsa İsmayılzade’yi kaybettik.Açık diyorum: BİR TÜRK ŞAİRİNİ KAYPETTİK.

Sert dedim,titiz dedim...

Kaybettiğimiz şair İsa İsmayılzade Sovyetler döneminde Azerbaycan’da vurtut bir edebiyat dergisi olan AZERBAYCAN dergisinde başyazar yardımcısı çalıştı uzun bir süre. Bir gün on-on beş şiir okudum ona. Bir iki şiiri beğendi.

Bunca kırılmadım ona.

Bana dedi:ben istersem senin bütün şiirlerini yayınlatırım.

Baktım,baktım ve düşünemedim neden böyle dedi. Aramızda yirmi otuz yıllık bir arkadaşlık vardı. Çok yakın bir arkadaştık. Anlatacağım şunu.

Bir daha gitmedim hemen dergiye.

İsa İsmayılzade biliyordu ki, benim şiirlerim de bir o kadar zayıf değil. Yani mücerret,somut ve serbest denilen şiir ölçüsü o zaman çok kavgalı karşılanıyordu ve ben de böyle bir ortamın içindeydim İsa’nın kendisi gibi.Bir çatı altında yaşamıştık. Bir daracık odada.

Bazan bir yatakta uyumuştuk.O benim Babamın mezarı başında ağlamıştı.Ben onun Babasının mezarı başında.O kadar bölünmez ve paylaşılmaz ortamlarımız vardı ki,ben onun bana yönelik bu tutumunu anlamıyordum.Neden yapıyordu bunu?

O günden uzun birsüre için birbirimizi kaybettik.Çoğu zaman rüyalarıma geldi.Ağlamak durumuna düşürdüm çoğu zaman.

Neden Allah’ım neden düşünüyordum: 60’ların ikiye bölünmüş edebiyat kuşağında bizi yaklaştıran bir kavganın içindeydik,düşüncelerimiz ortak,dertlerimiz ortak.Bir ermeni evinde kirayeçiydik,evi bana bırakmıştılar Abbasla birge birara doğduğu memlekete öğretmenlik yapmağa gitdiginde...

Dedim ya... Çok titiz,çok ukala,çok sofi,abartılı bir edebiyat kavgası vardı onun...

Ben ondan şairlik öğrenmiştim.Şairliği öğrenmek mümkün değil. Ama zevk denilen bir şeyin terbiye olunması denilen bir kavram var.Evet, asıl şair olmak için bir terbiye kavramını geçmek gerekir.Ayni yılın,ayni kuşağın çocukları olsak da,o çok gelişmişti,şiirleri çok ayrıcalık kapsamında idi,çok istedadlı idi.Şiirleri bir insanın acıları olarak dökülüyordu kaleminden kağıta...

...O edebiyata o kadar dedikodulu geldi ki, onun şiirleri o kadar tartışmalara neden oldu ki, hatta yaşlı halk şairleri onun şiirlerine hiciv yazıyordular.Onun şiirlerini bütün Bakü konuşuyordu o zamanlar.

Hatırlıyorm bir şiiri vardı onun: ö şiirde bir hayvan ayağının izinde yağmurda yıkanan bir minik serçeyi anlatıyordu ve böyle bir ifade vadrı o şiirde : minik serçelerin soğuk hamamı (yani banyosu ) yağdı göklerden...

Of be... ne tartıştılar bu ifadeyi bilseniz... Ne tartıştılar...

Yani onun hangi şiiri tartışılmadı ki... 70’li yıllarda... 80’ yıllarda...

İsa İsmayılzade ve Abbas Abdullah Hacaloğlu,Alekper Salahzade’yi ben Azerbaycan Edebiyatının en güzel ve en şanssız,biraz da bedbaht şairleri gibi görmekteyim.O açıdan ki, onlar edebiyat dersliklerinde öğrenilecek ve öğretilecek bir edebiyat yaratıyordular ve bu edebiyatı araştıran,onun özelliklerini aktaran tenkidçiler yok idi.Onlar kendi kendilerini savunmak zorunda bırakıldığından bir yardımçı aramaktaydılar ve sonunda bunu buldular da. O zamanın en kavgalı şairi ve sonraların Halk şairi Resul Rıza bu gençleri savunmak için kollarını sıvadı ve bu gençler bu savunma ile bir az bedbaht oldular,yani bir sıra edebiyat kişileri onları yakın bırakmadı,onlar yayınlanmadı ve bununla da hatta yaşam durumları da zorlaştı.Ama onlar bu yasakla daha ileriye gittiler ve bugün en önde bir edebiyat kişileridirler ki,onlardan biri hakkında,maalesef kaypetmeğimiz hakkında türk okurlarına şu satırları aktarmaktayım.

Evet Azerbaycan’da bir türk şairini kaypettik.

Kim idi İsa İsmayılzade: Azerbaycan şiirine arkadaşları Abbas Abdullah Hacaloğlu ve Alekper Salahzade ile tam bir yeni yazı yönü tanıtan İsa İsmayılzade 1941 yılında eski Azerbaycan toprağı şimdiki Gürçistan yöresindeki Karayazı’da doğdu. Üniversiteyi Bakü’de okudu.Bir süre doğduğu köyde öğretmenlik yaptı.Sonra Bakü’ye geldi.Burada basında görev aldı ve eserleri yayınlandı.

İlk şiiri Azerbaycan gençleri gazetesi’nde neşrolundu.”Posta kutusuisimli bu şiir ve biraz sonralar yayınlanan Gibelek(türkce Mantar) şiiri hakiki anlamda dikkatları kendine yöneltti ve tartışmaya neden oldu.

İsa İsmayılzade Bakü’de yayınlanan birçok dergi ve gazetelerde de görev almıştır ve Başyazar yardımcılığına değin yükselmiştir.

Şiirleri birçok dillere çevrilmiştir.

İlk kitabı 1968 senesindeYıldızların ad günüismiyle yayınlanmıştır.Işıklı yapraklar (1972),Toprak şarkısı (1977), Ömrümden geçen tren (1980), Günaydın yerküresi (1982), Annemle sohbet (1984) ve benim bilmediğim son dört yılda neşr olunmuş kitabların yazarıdır.

İsa İsmayılzade Türkiye’de bulunmuş ve burada onu tanıyanlar var,şu yazıdan sonra belki hatırladılar.

İsa İsmayılzade Azerbaycan Yazarlar Birliği üyesiydi.

Son görevi bir memleketin yegane edebiyat dergisi olan AZERBYCAN dergisi Başyazar yardımcısı...

 

 

Tofiq ABDİN

 

525-ci qəzet.- 2011.- 4 iyun.- S.23.