Orhun'un
suyuna karışıp gitmek isteyen adam;
İsa Habipbeyli
İnsan yerin ve suyun, havanın ve ateşin bireşimidir,
bu yüzden, üzerinde yaşadığımız
toprakların ruhu bize geçer ve biz yaşadıkça
topraklarımızın ruhunu da temsil etmiş oluruz ve
ölümü de içeren bütün
ayrılmalarımızda, memleketimizi daima yüreğimizde
taşırız. Tarihimiz, talihimiz ve terbiyemiz ondandır...
Hani bir
bilgeye "Dünyada dağlar mı çoktur, tepeler mi?"
diye sormuşlar, bilge hiç düşünmeden
"Dağlar..." demiş. Sonra tekrar sormuşlar "Aman
efendim nasıl olur, her dağın etrafında yüzlerce tepe
vardır, dağların daha çok olması mümkün
değil..." Bilge, gözleri ufuklara dalarak
"Bazı insanlar vardır ki, dağ gibidirler; o yüzden
dağlar daha çoktur..." diye cevap vermiş.
İşte İsa Habipbeyli, o dağ gibi insanlar silsilesinden,
Habipbeyli sülalesindendir...
Adını daha önce muasır Azerbaycan edebiyatı
çalışmalarından duyduğum İsa Habipbeyli'yi, ilk
olarak 2008 yılında Elazığ'da tanıdım; Nahcivan
Üniversitesi Kurucu Rektörü olarak Fırat
Üniversitesi'ne bilimsel anlaşmalar yapmak ve işbirliği
imkanlarını geliştirmek üzere gelmişti. Kurucu
rektörlüğünü yeni üstlendiğim
üniversiteye henüz gitmeden İsa Bey'i görmek, Tanrı'nın bana güzel bir jesti
olmalıydı. Çünkü daha elinde bir
atama yazısından başka şeyi olmayan bir rektörün,
iyi bir norm karakteri vardı; ilk defa projelerden,
işbirliğinden, ortak çalışmalardan ve birlikte
geliştirebileceğimiz ufuklardan bahsetti. Ona baktım,
karlı doruklarında güneşlerin doğduğu Kafkas
dağlarına benziyordu; mağrur ve mütevazi, sade ve bilgeydi. Bende ilk
uyandırdığı duygu güvendi. Uzun yollarda
güvenli yoldaşlar gerekti... Tanrı, daha
yolumun başlangıç noktasında böyle bir bilge
yoldaşı karşıma çıkarmıştı.
Henüz logosu ve kurumsal kimliği olmadan ilk sözlü
anlaşmayı Nahçıvan Üniversitesi Kurucu
Rektörü İsa Habipbeyli ile yapmıştık...
Görüşmeden üç gün sonra Ardahan'a
vardım; ne konaklayacak bir evim, ne göreve başlama
yazımı yazacak bir sekreterim var; tam anlamıyla
yazının sıfır noktasındayım; zaman zaman
içimden "Nerden geldim bu imkansızlığa, ben ne
yapacağım?" diye telaşlanırken onun o babacan sesini
duydum kulaklarımda "Arxeyn ol, yanındayam!"
Atanmadan
bir yıl sonra Ardahan Üniversitesi'nin ilk ders yılı
açılışında, daha önce üzerinde
düşündüğümüz Kafkasya Üniversiteler Birliği'ni kurduk. Gürcistan'dan Ahıska
Üniversitesi Rektörü sevgili Tina Gelaşvili, Kafkas
Üniversitesi Rektörü merhum Abamüslüm Güven,
Artvin Rektörü Mehmet Duman, Iğdır rektörü
İbrahim Hakkı Yılmaz ve yine dağ gibi güzel bir insan
Atatürk Üniversitesi Rektörü Hikmet Koçak. Elbette dönemin YÖK Başkanı Yusuf Ziya
Özcan hocanın bizzat katılıp destek vermesini
özellikle belirtmeliyim. Aynı ders
yılı açılışında henüz oturacak bir
evi, toplantı yapacak bir salonu bulunmayan, adı var ama kendi yeni
oluşan üniversiteye, Arşın Mal Alan adlı operayı
getirdi. Halk eğitimin
küçücük salonunda şartları zorlayarak sergilenen
oyunu Ardahanlılar ayakta alkışladı; ama asıl
ilginç olan; oyunun sonunda sahneye zorlanarak çıkan 80
yaşındaki Kafkas göçmeni bir nine idi; "Men on
yaşındayken bu oyunu Bakü'da atamnan seyretmişem.
Sonra Stalin zulmünden Türkiye'ye kaçtık... Şimdi atamla
olan o geceyi yad eyledim" dedi ve ağlamaya başladı. Bütün salon o anda tek yürek olmuştu;
coğrafya kaderdi. Ardahan için opera, müthiş bir
ufuktu; bu ufku açan Habipbeyli idi ve yanımda idi...
Kafkasya
Üniversteler Birliği (KÜNİB), Eşbaşkan İsa
Habipbeyli'nin de büyük gayretleriyle kısa zamanda
büyüdü ve bugün 15 ülkeden 165 üniversitenin
üyesi olduğu bölgesel bir eğitim-işbirliği
örgütüne dönüştü. KÜNİB,
yaptığı bütün faaliyetlerde akademik diplomasiye
öncelik vererek bölgesel işbirliğinin yollarını
açtı; ilk uygulamalarını KÜNİB
bünyesindeki üniversitelerin yaptığı Mevlana
Değişim Programı, böylesi bir ufkun geliştirip
gerçeğe dönüştürdüğü en
önemli çalışmalardan biridir. İlk
öğrenci değişimlerini yaptığımızda
yaşadığımız sıkıntı ve
tereddütlerde o babacan ses yine nöbette idi "Arxeyn ol,
yanındayam!.." Gerçekten
de öyle oldu; Türkiye'de ilk uygulamasını bizim
yaptığımız Mevlana programı ile giden
öğrencilerin barınma, ulaşım, yemek gibi pek
çok ihtiyacını, bütün kısıtlı
imkanlarına rağmen o karşıladı.
Sonraki
yıllarda birlikte organize ettiğimiz ve
yaşadığımız toprakların geçlerinin kendi
tarihleri hakkında düşünmelerini sağlayacak
projelerden biri olan Kafkasya'ya Genç Bakışlar adlı
sempozyumlar serisine ilk ev sahipliğini yine o
yaptı. KÜNİB'in Olağan Kongreleri,
Türkoloji Kurultayları, Bakü'de düzenlediğimiz
Halvetilik ve Seyyit Yahya Şirvani Sempozyumu gibi tüm etkinliklerin
esas güçlerinden biri daima o idi. Kafkasların
bu gönlü gani yiğit evladı, başımız her
sıkıştığında oracıkta bitiveren
Hızır gibi, daima hazırda ve yanı başımızda
idi. Nitekim 2016 yılında PIAC toplantısına ev sahipliği yapacağım hafta yeni ve acil bir
görevlendirme ile Fatih Üniversitesi'ne Kayyım Rektörü
ile olarak atamam gerçekleşti; uluslararası önemli bir
toplantıya ev sahipliği yaparken onları bırakıp gitmem
mümkün olmayacaktı ama devlet de hemen göreve başlamam
gerektiğini söylüyordu. Değerli dostumu aradım, durumu
anlattım; güven veren babacan sesiyle "Darıxma.. Arxeyin ol... Yanındayam..." Bakü'den
koşup/uçup saatler sonra yanımda oldu. Ardahan'daki
uluslararası konuklarımı son kez birlikte
selamladık/ağırladık ve ertesi gün öğleden
sonra birlikte yeni görev yerime uçtuk; yine yanımda idi...
Tanış olduktan tam 10 yıl sonra yolumuz Orhun'a
düştü; ruh köklerimizin kaynağına birlikte
gittik. İsa Habipbeyli'nin mütevazi kişiliği, tarihten
gelen görgüsü ve törel adabı, ona çok
önemli dostlar da kazandırmıştı. Bunlardan biri de Moğolistan Bilimler Akademisi
Başkanı Duger REGDEL idi. Türk-Moğol
ilişkilerinin gelişmesine İsa Habipbeyli penceresinden
büyük katkılar da sunmaya devam eden
REGDEL, bizi özel bir araçla Orhun'a uğurladı. Uçsuz bucaksız Moğolistan steplerini uçarak
geçtik ve Orhun Bengü taşlarına eriştik;
yıpranmış, örselenmiş ama şimdilik koruma
altına alınmış bu kutsal taşlara birlikte dokunduk.
Bengü taşlara dokunurken binlerce yıllık
geçmişle konuşuyor; onların manevi huzurunda
saygıyla eğiliyor ve ibadet eder gibi
taşların kalbini dinlemeye/okumaya çalışıyordu.
O, tam bir milli romantik aydındı; kalbiyle Tanrı
Dağları kadar çok seviyor ve
aklı ile bütün bu değerleri muhakeme ederek gelecek
projeksiyonları yapıyordu.
Orhun nehrinin yanı başında konakladık; o gün
benim yaş günümdü. Büyük bir
incelikle mütevazi bir kutlama töreni
hazırlamıştı; Moğolistan'daki önemli birkaç
dostunu da davet etmişti. Törende
yaptığı konuşmada, benim huşu içindeki
tavrımı görüp "Ramazan gardaşımız
Orhun'da yeniden anadan doğuldu."demişti. Ertisi gün
sabah erkenden kalkıp Orhun nehrine gittik;
Orhun, baharın yanı sıra bir gün önce
durmaksızın yağan yağmurun da etkisiyle gümrah bir
çığıltıyla akıyordu. Sanki bizim niye bu kadar geciktiğimize sitem eder gibiydi; hiç
konuşmadan, elbiselerimizi çıkarıp Orhun'a daldık;
fakat İsa Habipbeyli, Orhun'da yıkanmıyor, ona
karışıp beş bin yılık geçmişe
erişmek istiyordu. Buzlu suların onu alıp gitmesi an meselesi
idi; zor bela döndürüp karaya çıkardık
"Men de şimdi anamdan yeni doğuldum.."
dedi.
İsa
Habipbeyli iyi bir dost, dünyadaki tüm varlıklara
karşı son derece sorumlu bir insan olmanın yanı sıra
aynı zamanda görkemli bir edebiyat alimi ve uluslararası
şöhreti olan bir entelektüeldir. Analitik
bakış açısı, ele aldığı konuları
kavrayış biçimindeki isabetli tespitler ve anlatış
gücündeki büyük kavrayış İsa Habipbeyli'yi
özel kılan en önemli niteliklerdir. Elbette
onunla ilgili çok daha önemli şeyler söylemek
mümkündür ancak ne söylenirse yine de eksik kalacak.
Azerbaycan'ın
olduğu kadar Türkiye'nin ve tüm
Türk dünyasının övüncü olan güzel
insan; can dost, aziz karındaşım İsa Habipbeyli,
70.yaş yılın kutlu olsun; yine demirden dağları eriten
türküler söylemek için Tanrı sana uzun ve
sağlıklı ömürler versin...
30 Eylül 2019/ İstanbul
Prof. Dr. Ramazan KORKMAZ
Ədəbiyyat qəzeti.- 2019.- 12 oktyabr. S. 5.